Bilinmeyen Tarih
Kaynak: www.bilinmeyen.com/node/295
Geçmişi Unuttuk mu?
Kutsal kitaplarda anlatılan olayların dinsel bir öykü değil de, gerçek tarihi anlattığını hiç düşündünüz mü? Mitolojinin bir masal değil de, yaşanmış olayları naklettiği hiç aklınıza geldi mi? Hele Mars olayından sonra, bu konu daha bir önem kazandı. Son yılların flaş ismi arkeolog, tarihçi, antik diller uzmanı, sosyal bilimci Zecharia Sitchin, bu konuda yayınladığı bir dizi kitapla toplumu kökünden sarstı. Sitchin, İnsanlığın Nibiru adlı bir gezegenden gelen Annunaki insanları tarafından yaratıldığını ve geçmişte Mezopotamya´da dev bir uygarlığın kurulmuş olduğunu ve Tufan´a neden olduklarını ileri sürerken, Daniken´e hiç benzemiyor ve bir bilim adamı kimliği içersinde çok ciddi arkeolojik kanıtlar da gösteriyordu.
Atlantis ve Devler
(Makale Hitler Almanyası’nın Gizli Tarihi (Turgut Gürsan) adlı kitaptan. Sayfa: 14-20) :
Buhari’nin naklettiği bir hadise göre Hz.Adem’in boyu 60 zira idi. Aynı rivayette insanların boylarının gittikçe kısaldığı da anlatılmaktadır. Bu rivayete göre Hz.Adem’in boyu 40 m. civarında idi. Hz.Nuh tufandan önce 950 sene tebliğ görevini yürüttüğü Kuran’da açık bir şekilde ifade edilmektedir. Seylan adasında Müslümanların Adammala, “Adem Dağı” adını verdikleri, Portekizlilerin de “Picoli Adama” dedikleri çok meşhur bir dağ mevcuttur. İnsanoğlunun atasının cennetten “inişi” sırasında ilk defa buraya basmış olduğu rivayet edilir. Kocaman bir sağ ayak izi kayanın zirvesinde hep görülmektedir. Bu izin büyüklüğü için batılı bir seyyah, “Beş ayak üç parmak uzunluğunda ve iki ayak beş parmak ile iki ayak parmağı genişliğinde az derince bir çukur” demektedir. İslami rivayetlerde Hz.Adem’e atfedilen devasa boy ile orantılı olmuş olsa gerek. Çünkü bu rivayetlere göre Hz.Adem’in boyu o zaman o halde idi ki, başı göğe değiyor ve diğer ile denize basıyordu. Anadolu’da da birçok yerde dev mezarları bulunmaktadır.
Gılgamış Destanı’nda Tufan
Ey Tanrıların büyük üstadı, ey yiğit Enlil!
Ben, büyük Tanrıların gizini açığa vurmadım! Bilge kişi haberi düşünde almış…
O, böylece tanrıların gizini öğrendi.
Şimdi onun için bir karar vermek sana düşer!
(Gılgameş Destanı’ndan)
Bir zamanlar Dünya üzerinde yaşanmış olan büyük tufandan bahseden en eski metinlerden biri, Sümerlilerin “Gılgamış Destanı”na aittir.
Gılgamış Destanı, Mezopotamya’daki Uruk Kenti’nin efsanevi rahip kralı Gılgamış üstüne yazılmış mitolojik bir metindir. Ve geçen yüzyıla gelinceye dek unutulmuş bir çağın ürünüdür. Yüzyılımızda arkeologlar yorulmak bilmez bir çalışmayla Ortadoğu’nun kumlara ve sırlara gömülü kentlerini birer birer ortaya çıkartmaya giriştiler. O döneme kadar Nuh ile İbrahim Peygamber arasında geçen uzun sürenin tarihi yalnız Tevrat’taki “Tekvin Bölümü”nün 6. ve 9. Babları arasında anlatılıyordu. Gılgameş Destanı, bizi yeniden o çağlara geri götürmektedir.
Atlantis’in Bilimsel Kanıtları
,
11,000 sene önce büyük bir uygarlık var mıydı? Bu uygarlık hemen hemen hiç iz bırakmadan yok oldu mu? Böyle bir olay şüphesiz insan belleğinde derin bir iz bırakırdı. Felaketten kurtulanlar çocuklarına o korkunç günleri anımsatırdı, onlarda aynı şekilde çocuklarına anlatırlardı. Atlantis öyküsünün kalıntılarını dünyanın her tarafında görmekteyiz. Kimi yerlerde Avalon, Asgard, Aztlan, Aden gibi kayıp ülkeler öykülerde, efsanelerde yer alır, kimi yerlerde doğrudan doğruya tufan anlatılır. Ancak efsaneler kendi başlarına yeterli değildir. Bunları destekleyecek bilimsel kanıtlar da gereklidir. Gerçi bu yazıyı yaklaşık on yıl önce yazdık ve bu arada bu yazıda bulunmayan çok ilginç yeni kanıtlar ortaya çıkmıştır. Vakit bulursak ileride bunları da ilave ederek revizyona tabi tutarız.
Platon Atlantis’te sıcak ve soğuk suların yerden fışkırdığını yazmıştı. Bu olay volkanik bölgelerde olduğu gibi, Atlantis dağlarının su üstünde kalmış tepeleri olduğu varsayılan Azor adalarında da görülür. Platon, Atlantis’te kırmızı ve siyah taşlardan duvarlar inşa edildiğini yazmıştı, halen bu renklerde volkanik taşlar Azor kıyılarında görülür. Ayrıca insanların dünyanın yassı olduğunu ve denizin (Atlas Okyanus) dünyanın sonundan boşluğa aktığı inanıldığı bir devirde, Amerika kıtasının keşfinden 2000 bin yıl önce, Platon açıkça Amerikan kıtalarının varlığını dile getiriyordu.
Hz.Nuh ve Nuh Oğulları
NUH VE NUH OĞULLARI
Genelde, insan tarihinin 10,000 sene önce biten son buzul çağın gerilemesiyle başladığı inanılır, tabii burada taş devrinden başlayan yükselişten söz ediyoruz. Atlantis’in olması gerektiği çağda dünyanın büyük kısmı buzlarla örtülü olmalıydı. Bu buzlar hemen hemen Kanada’nın ve Kuzey Avrupa’nın çoğunu kapladığı gibi Güney Amerika’nın bazı kısımlarını örtüyordu. Demek oluyor ki, dünyanın etrafında ince bir kuşak uygarlığı barındıracak durumdaydı. Aslında dünyanın şimdiki durumu bundan iyi olmakla beraber yine de, onun yuvarlak oluşu ideal iklim açısından güneşi bazı yerleri fazla, bazı yerleri az ısıtmaya ve aydınlatmaya yol açıyor. Ancak, buzul çağı ile ilgili bilmediğimiz birçok şey vardır. Buzul çağların neden olduklarını bilim adamları saptayamamıştır. Bir takım hipotezler ortaya atılmıştır. Güneşte periyodik olarak ısı gücün azaldığı veya güneş sistemi zaman zaman soğuk alanlara girdiği ortaya atılmıştır. Ayrıca son buzul çağında tropik iklimlerin bitki ve hayvan çeşitlerinin bulunması iklim kuşaklarının yer değiştirdiği tezini güçlendiriyor.
Popol Vuh Kişe ( Maya Kutsal Kitabı )
Popol-Vuh ya da Pop vuh Kişe- Mayalar’ın kutsal kitabıdır. Adı “zamanların kitabı” ya da “olayların kitabı” anlamına gelen Popol-Vuh, Mayalar’da kadim zamanlardan beri aktarılagelmiş sözlü tradisyonun yazıya geçirilmesiyle oluşmuştur. 18.yy.’da rahip Francisco Ximenez tarafından İspanyolca’ya çevrilmiştir. Kitapta evren, Tanrı, evrenin oluşumu, dünya çağları, evrendeki ilkeler, inisiyasyon vs. hakkındaki bilgiler sembolik bir anlatımla sunulur.
Elyazması kitabın birinci kısmı yaratılış konusunu içerir. İkinci kısımda ise Hunahpú et Ixbalanqué adlarındaki ikiz kardeşlerin öyküsü bulunur ki, bu öykü inisiyasyon sınavları ve aşamaları sürecinin sembolik anlatımı olarak yorumlanır.
Popol-Vuh’un yazdıkları:
Agartha ve Şamballah (Shangri-La)
(Temsili Resim)
Agarta ve Şambala , teozofik ve ezoterik kaynaklara göre önceki “devre” nin sonlarına doğru Mu ve Atlantis’ ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş yeraltı organizasyonlarıdır.
Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organisazyon, bu “devre” nin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirinden tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentelerini tercih etmiştir. Agarta, dünya insanlığının tekâmülüne sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi’ ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve “Kutup” olarak ifade edilen ve “Brahatma” veya “Brahitma” adıyla belirtilen Agarta’ nın lideri, Dünya’ ya sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi’ nin fizik âlemdeki temsilcisidir. Rene Guenon’ a göre tradisyonlarda “Kutsal Dağ”, “Dünyanın Merkezi” olarak ifade edilen yer, dünyanın tüm geçmiş, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada “inisiyasyon” dan da geçmiştir.
Tufan, Mu-Atlantis Kolonileri ve Hermes
Günümüz uygarlıklarının ve modern bilimin, ortaya çıkışını net olarak açıklayamadığı Mısır uygarlığı, Mu ve Atlantis, Kayıp Uygarlıkları araştırmak isteyen her araştırmacıyı ilgilendirir. Ezoterik tradisyonlara dayanan binlerce yılın kadim bilgilerine göre; Mısır Uygarlığı bir kayıp kıtalar için ipucu niteliği taşır.
Hem Mu, hem de Atlantis imparatorluklarının Mısır toprakları üzerinde kurdukları iki ayrı koloninin tufandan sonra, zaman içerisinde birleşmeleri ile meydana geldi. Her iki kolonide de başlangıçta tek Tanrılı din ve Ezoterik öğreti geçerliyken, Mu kolonisi bir süre sonra yozlaştı ve çok tanrılı inanca geçti. Atlantis kolonisi ise, Hermes (Toth) tarafından kurulmuştu ve Osiris Dini’ni uyguluyordu. Osiris’in müritlerinden olan ve ondan 6 bin yıl sonra yaşayan Hermes, ya da diğer bir adıyla İdris, günümüzden 16 bin yıl önce, beraberindeki bir güç ile Atlantis’ten Nil deltasına çıktı. Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve Osiris dinini Mısır’da yaymaya başladı.
Kim Bu Gözcüler ?..
İbrani folklorunda adları “Nefilim”. Eski Mısır’da “Neter” olarak adlandırılıyorlar. Sümer, ilk kez adlarının duyulduğu yer. Bütün bu kültürlerde ortak olan ve “Gözcü” olarak nitelenen bu “sıradışı” varlıklar birer mit mi, yoksa gerçek mi?
Kim bu “Gözcü”ler ?
İbrani mitlerinde ve Tevrat’ta onlara “Nefilim” diyorlar. Eski Mısır’da adları, “Neter”. Sümer mitlerinde “Anunnaki” diye geçiyorlar. Diğer yandan “Sumer” sözcüğü, “Gözcü’lerin ülkesi” anlamına sahip. Hangi adla anılırlarsa anılsınlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere ilişkin mitlerde başrol onların. Eski diller uzmanları, Antik Çağ kültürlerine şaşılacak biçimde net biçimde damgasını vurmuş bu esrarengiz varlıkların, neredeyse bütün eski uygarlıklarda “gözcüler” olarak adlandırıldıklarını söylüyorlar.
Kutsal Tabut İstanbul’da mı?!
“Peygamber onlara şunu da söylemişti: – Talut’un, Musa’ya verilen Tabut’u (sandığı) getirmesi padişahlığın alametidir. O Tabut’da, Rabbiniz tarafından size manevi bir kuvvet ve Musa ailesiyle Harun ailesinin arkaya bıraktıkları Tevrat levhalarından arta kalanlar vardır. Melekler onu taşıyacaktır. Şüphesiz ki bu Tabut’un size gelmesi, peygamberin sözünün doğruluğuna delildir, eğer iman getirenlerdensiniz.” BAKARA 248 “Hz. Mehdi… Beyt-ül Mukaddes’in hazinelerini, – Tabut-u Sekine’yi, Ben-i İsrail sofrası ile levhaların madenlerini, Hz. Adem’in cübbesini, Hz. Süleyman’ın minberinin asasını ve Allah’ın Ben-i İsrail’e gönderdiği süt kadar beyaz olan eldivenlerini – çıkaracaktır.” (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 35)
MESCİD-İ AKSA GERÇEĞİ
İsrail’in altını oyarak Kutsal Tabut’a ulaşmaya çalıştığı bugünkü Mescidi Aksa, Hz. Süleyman döneminde de bir mescid olarak inşa edilmişti. Bilindiği üzere Kuran’ı Kerim’de de bu mabed, “Mescid’i Aksa” olarak adlandırılır. Oysa Kuran’ı Kerim’in vahyedildiği dönemde Mescidi Aksa’nın bugünkü şekli yoktu. Bugünkü şekli Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan döneminde inşa edilmiştir. Mescidi Aksa tıpkı Mescid’i Haram gibi tevhid inancı üzere inşa edilmiş ve ancak bu inanç doğrultusunda kendisinden istifade edilebilecek bir kutsal mabeddir. Mekke müşrikleri de Hz. İbrahim’in Allah’ın emri doğrultusunda inşa ettiği Kabe’ye sahip çıkıyorlardı ve içini putlarla doldurmuşlardı.
Dünya’nın çok eski geçmişleri vardı: “Adem Uygarlıkları – Önceki Adem Nesilleri”
Kur’an-ı Kerim: “Görmediler mi onlardan önce nice nesiller yok ettik. Hem onlara size vermediğimiz şeyleri vermiştik ve göğü de üzerlerine bol bol boşaltmıştık…” (En’âm – 6)
YERYÜZÜNÜN VE İNSANOĞLUNUN bilinen tarihi büyük çelişkilerle doludur. Öyle ki, daha “dün” denebilecek kadar kısa bir süre önce bilim adamları Dünya’nın tüm geçmişinin yirmi-otuz bin yıllık olduğunu tahmin ediyorlardı. Bilim alanında dev adımlar atıldıkça bu süre giderek büyümeye başladı. Bugün Dünya’nın yaşının 4,5 milyar yıl olduğu söyleniyor. Belki 100 yıl sonra bu rakam 8 milyara çıkacak. Dünya’nın Fizik yaşının saptanması açısından bu alanda yapılan çalışmalar, olumlu adımlar olarak nitelenebilir. Fakat bu o kadar önemli değil. İster 4,5 milyar, ister 8 milyar yıl olsun, bu süreç içerisinde insanın ortaya çıkışını nereye koymak gerekiyor?
Kaç Yaşında Olduğunuzu Sanıyorsunuz?..
Zamanı takvimle ölçüyoruz ama hangi takvimle? Çağlar boyu bir çok takvim kullandık ve hala zamanı ölçme konusunda emin değiliz. Yaşamımızdan yıllar eksiliyor veya fazla geliyor. Şu an, hangi yılda olduğumuz bile kesin değil. Gerçek takvim beynimizde ve onun yönettiği kalp atışlarının sayısında saklı; belki de gelecekte kalp atışı sayısına göre zamanı belirleyeceğiz…
Kaç yıl yaşadınız? Ya da, kaç yaşındasınız? Ne kadar zamandan beri bu gezegende yaşıyorsunuz? Örneğin, 30 yaşındayım, dediniz… Peki ama nereden biliyorsunuz? Emin misiniz? Nüfus kağıdınıza bakarak bunu söylüyorsanız, yanılıyorsunuz çünkü bu sizin hukuk yaşınızdır. Yok eğer annenizin veya babanızın size söylediği zamana göre yaşınızı söylüyorsanız, yine yanılıyorsunuz çünkü bu kez onların hukuki zamanlarını kullanıyorsunuz. İyi de acaba, gerçekten kaç yaşındasınız?İşin aslına ve bu yazının gittiği yöne bakacak olursanız, hiçbirimiz yaşadığımız veya dünyada bulunduğumuz zaman diliminin uzunluğunu gerçekten bilmiyoruz. Eğer zaman konusunda, yakın bir gelecekte, halen kullandığımız zaman ölçülerini bir yana bırakıp, kozmik takvime göre bir düzenleme yapmazsak, geçmiş yanılgılarımızı gelecekte de yineleyecek ve şu an pek farkında olamadığımız ciddi hataları yineleyip duracağız.
Son Yorumlar