Başlangıç > Bilim, Bilinmeyen > Geri Sayım Başladı…(mı)

Geri Sayım Başladı…(mı)


Binlerce yıldır, Dünyanın sonunun geleceğinden söz ediliyor. Dinler, inançlar ve kâhinler, sonun nasıl olacağını, birbirlerine benzer bir şekilde öngörüyorlar. Bu konuda, artık bilim dünyasının da görüşleri var. Evrensel olaylardan tutun da, savaşlara kadar birçok sebep insanlığın sonunu hazırlayabilir.

İNSANOĞLUNUN, en çok merak ettiği konulardan biri, Dünya’nın ya da insanlığın sonunun nasıl olacağıdır. Bu sonucu yarata­cak neden ne olursa olsun, konu tüm insanlık için, son derece çekici bir konudur. Binlerce yıl boyunca, peygamberler, veliler, azizler, falcı­lar, astronomlar, Dünya’nın sonu ile ilgili sayısız bilgilendirmelerde, kehanetlerde ve varsayımlarda bulun­dular.

Şimdi ise, bu işlevi spiritualistler, jeo­loglar, meteorologlar ve ekonomistler sürdürüyorlar. Aslında, günümüz bilim adamlarının Dünya’nın sonu ile ilgili öngörü­leri, geçmişin kâhinlerine göre, çok daha fazla korkutucu görünüyor. .
İnsanlığın günah denizine dalıp, inanç ve Tanrı’dan uzaklaşması sonucunda, yok olma ile cezalandırılması, her yüzyılda işlenen dinsel bir motif oldu. Ama bu yaklaşım, kötü sonun, sadece mistik bir tanımıdır. Gerçekte, böyle­sine bir sonu yaratabilecek, sayısız neden ve kavram bulunuyor.

Sayısız tehditler

Binlerce kıyamet nedeni bulunabilir. En alt düzeyden olaya başlayacak olursak, karşımıza öncelikle nüfus patlaması çıkar. Yakın gele­cekte, Dünya nüfusunun, kontrol altına alına­maması, çok önemli sorunlar doğuracaktır. Beslenme yetmezliği, metal tükenimi, akıl almaz boyutlara ulaşan çevre kirlenmesi, enerji sorunları ve çarpık kentleşme, nüfus kontrolsüzlüğünün doğuracağı yüzlerce nedenden sadece birkaçı.

Ya diğerleri? Önce­likle, insanlığın başında korkunç bir savaş teh­didi her an var. Küçük bir kıvılcımın, bir anda Dünya’yı yok edecek boyuta ulaşması işten bile değil.

İnsanoğlunun, kendi çapında çözümlen­mesi gereken bu sorunlar asılsa bile, yine rahat bir nefes alınamayacak. Bu defa, ortaya evren­sel sorunlar çıkıyor. Bunların başında, jeolojik ve meteorolojik olaylar geliyor. Volkanlar, depremler, su baskınları her an Dünya’yı alt­üst edebilirler. Güneş’in ısısını yitirmesi ya da daha fazla ısınarak süpernova haline gelmesi veya
Dünya’ya Dünya dışı cisimlerin çarpma olasılığı, olabilecek tehlikelerden sadece bir­kaçı.
Daha sonra ise, madde-antimadde den­gesinin değişimi, kozmik ışınların dozunun artarak yaşamı etkilemesi ve Dünya’nın bir kara delikle karşılaşma olasılıkları var. Bu arada, bazılarına göre, olabilecek bir diğer tehlike, Dünya dışı canlılardan gelebilir. Ve sonuçta, evrenin kendisi bir son getirebilir. Kuramlara göre, sürekli genişleyen evren, büzülmeye de başlayacaktır. İşte, o zaman evrenin doğal dengesi, tamamen tersine dönebilir.



İnsanlığın sonunu getirebilecek en büyük tehlikelerden birisi, çevre kirlenmesidir. Bu tehlike, günümüzde geniş boyutlara ulaşıyor. Binlerce yıllık eserler dahi, bu tehlikeden kurtulamıyorlar

Her dönemde, değişimler oluyor

Binlerce yıl öncesinde de kullanılan, gece göğünün zaman saatini, insanlık bugün hâlâ kullanıyor. Bir zodyak çarkı, on iki burcun, her 25.920 yılda bir tamamladığı bir dairedir. Ortalama olarak, her burcun yıldızı, 2.160 yıl­lık sürelerle yükselir. Zodyak inançlarında ya da geleneklerinde, her takımyıldızın yükselişi, Dünya’da çok önemli değişikliklere yol açı­yor. İnanıldığına göre, Aslan Burcu’ndan, Yengeç Burcu’na seçilirken, Atlantik Adaları batmıştır.
Yengeç-İkizler geçişinde ise, Dünya bir kuyrukluyıldızla çarpışma tehlikesi geçir­miş ve bu arada Venüs Gezegeni ortaya çıkmıştır.

İkizler’in ardından gelen Boğa döne­minde, Asya bölgesinde, ilk uygarlıklar baş­ladı. Koç döneminde ise, her tarafı seller bastı. Koç’tan Balık Burcu’na geçiş ise, Hıristiyanlı­ğın ortaya çıkışı olarak kabul ediliyor. Hıristi­yanlığın bugün kullanılan simgesi olan haçtan önce, balığın kullanılması ise, ilginç bir rast­lantı. Şimdi ise, Balık Burcu’ndan, Kova Burcu’na geçiliyor. Bu dönemle ilgili olarak, kâhinlerin öngörüleri yıkıcılığın artacağı ve maddi yozlaşmanın çoğalacağı şeklindedir. Bunlar ise, sonu getirebilecektir.



Astrolojiye göre, her 25.920 yılda bir zodyak, yani on iki burçtuk çember bir dönüş tamamlıyor. Bu çemberin her dönüşünde, Dünya’da önemli değişimlerin olduğuna inanılıyor. Yukarıda, M.S. 108’lerde yaşayan Ptolemeaus tarafından çizilen, zodyak çemberi görülüyor


İnsanlığın yok olma devri

Birçok dinde ve inançta, bu dönemin bir son olduğu vurgulanıyor. Tibetliler, Tibet Budizminin, 2.500 yıl süreceğine inanıyorlar. Bu süre, sona ermek üzeredir. Tevrat’ta da çok açık bir yaklaşım görülüyor. Yahudile­rin anayurtlarına dönüşlerinden sonra, büyük bir savaşın çıkacağı ve bunun sonunda, Mesih’ in geri geleceği anlatılıyor.
İncil ise, aynı olayı tekrarlayarak, İsrail’e kuzey ve güneyden gelen düşmanların saldırısı ile, sonun başlayacağı belirtiliyor. Aztek, Hopi Kızılderilileri veya Hint inançlarına göre, bu devir insanlığın yok olma devridir.

Hadis-i Şerif’lerde anlatılan küçük alametlerin tamamı gerçekleşti.

Shipton Ana ve St. Malachy, Ortaçağ’da yaşamış iki ünlü kâhindiler. Shipton Ana şöyle diyor: “Kadınlar pantolon giyip, uzun saçlarını kesince, resimler canlanınca, balık gibi gemiler yüzünce, insanlar kuşlardan hızlı uçunca, Dünya’nın yarısı kan denizine gömülecek.” St. Malachy’ye göre ise, 20. yüzyıl ve devamında altı papa daha gelecek ve sonra, Vati­kan yok olacaktır. Gariptir, Malachy kehanet­lerinde, 12. yüzyıldan beri adı geçen papalarla ilgili tüm bilgiler doğru çıkmıştır.

Savaş: En büyük tehlike

Tüm bunlar, normalüstü kaynaklar ve öngö­rüler. Oysa, işin bir de bilimsel yanları var. Örneğin, ekonomistler, insanlığın sonunun, ekonomik yönden olacağı görüşündeler. Bu çöküş ise 1965’ten sonra başlamıştır. Fakat, gerçekte, insanlığın karşısında çok daha büyük bir tehlike daha var. O da, savaş tehli­kesi. Toplum psikologlarına göre, insanın savaşmasının nedeni, vahşet veya kötülük nedenlerinden değildir. Yani, zekâ geliştikçe, savaş olgusu daha artmaktadır.
İlkel kavim­lerde, teknoloji de yetersiz olduğu için, savaş­lar kısa ve küçük amaçlar için yapılıyordu. Oysa, bugün, topyekûn ölüme yol açacak bir silah teknolojisi ve dünyasal çıkarlar söz konusu.

1949 yılı, ilk nükleer deneyin, SSCB tara­fından yapıldığı yıldır. Bundan dört yıl önce ise, 1945’te ABD, ilk atom bombasını, Japonya’da kullanarak, büyük bir kıyıma neden olmuştu. 1952’den sonra, hidrojen bombası geliştirildi. Çok daha fazla güçlüydü. Şimdi ise, nötron bombaları ve lazer ışınlarının kullanıldığı uydu silahları var. Bunların yıkıcılığı ise, çok daha fazladır. Göründüğü kadarıyla, nükleer silahlar, sanki insanlığı ürkütmüş gibidir. Ama, kötü sonun gelmesi yine insanlara bağlıdır, yani liderlere bağlıdır.



Bir atom bombası denemesinde bombanın patlama anı.

Dünya’nın ve insanlığın başına gelebilecek en büyük dünyasal tehlike, savaştır. Günümüzde olabilecek savaşlar, geçmiştekilerle kıyaslanamayacak kadar tehlikelidirler. Nükleer silahlar, öylesine güçlendirildiler ki, tüm gezegenin birkaç dakika içerisinde yok olması, artık işten bile değil

Elinde bulunsaydı, Hitler’in nükleer silahlan kullanabilmesi kesin gibiydi. Ama çevresinde­kiler onu dinleyecekler miydi? Hitler’in son emirlerinin bazıları gerçekten uygulanmamış­tır. En büyük tehlike, küçük kararlar sonu­cunda, istemeden veya farkında olunmadan, nükleer bir savaşın başlatılabileceğidir. Daha da beteri, Dünya’da yaşam koşullannın çok kötüleşmesi sonucunda, büyük bir savaşın, bir çözüm olarak düşünülme olasığıdır. Sonuçta, bir nükleer savaştan kaçınmanın tek yolu, tüm nükleer silahların ortadan kaldınlmasıdır.

Dünya ısınıyor mu?

Kıtalar zaman zaman birleşip, tek bir kıta haline geliyorlar, sonra yine parçalanıyorlar. Alman jeolog Alfred Wegener (1880-1930), karaların bir zamanlar tek bir kıta olduklarını ileri sürdü. Bu kıtaya, Yunanca, ‘tüm yeryüzü’ anlamına gelen, Pangaea adını verdi. Wegener’e göre, Pangaea herhangi bir nedenle, parçalandı ve günümüzdeki kıtalar ortaya çıktı. Pangaea, günümüzden 225 mil­yon yıl önce, dinozorlarla beraber ortaya çıktı.
180 milyon yıl önce ise, parçalanarak dağıldı. Bunlar, çok uzun zaman süreçlerinde olan olaylar ama hepsinin önceliğinde, tektonik yani yerkabuğunda oluşan bazı belirtiler var.

Bilinen en eski ve en etkili volkanik pat­lama, Girit Adası’ndaki, Minos uygarlığını bir anda yok eden, Thera patlamasıdır. 1883’teki Krakatoa patlaması ise, en büyük insan kay­bına yol açtı. Kırk bin insan öldü ve patlama­nın gücü, şimdiye kadar patlatılan en büyük hidrojen bombasının 26 kat fazlasına eşitti. Yakın dönemde yaşanan Kolombiya felaketi, diğer bir örnek. Son yıllarda, volkanik faaliye­tin gittikçe arttığı gözlemlenebiliyor. Bu da, Dünya’nın iç ısısının artmakta olduğunu ortaya koyuyor. Uzmanlara göre, kıta hare­ketlerinin oluşması için, bir enerji gerekmekte­dir. Bu enerjinin kökeni ise, Dünya’nın iç yapısına bağlıdır. Görüldüğü kadarıyla da, bu enerji açığa çıkmaya niyetlenmektedir.

Ani tehlike: Depremler

Son yıllarda, depremler artıyor. Deprem korkusu, insanlı­ğın yaşadığı en eski korkulardan biridir. Çünkü, depremin en önemli özelliği, insanları ansızın yakalamasıdır. Sel veya yangın gibi, önceden tedbir alabilme olanağı yoktur. Sis­mologlar, teknolojinin son geliştirdiği araçları kullanarak, fay hattı kırıklarını sürekli olarak dinliyorlar. Fayların bir kenarları, öbür kenar­ılarına doğru kayarlarken, bazı küçük değişik­likler gösteriyorlar. Bunların tespit edilmesiy­le, ölçümler yapılmaya çalışılıyor.

Depremlerin önceden bilinebilmesinin en ilginç yollarından biri hayvanların davranışla­rını izlemek oluyor. Atlar koşuşuyorlar, köpekler havlıyorlar, balıklar sıçrıyorlar. Sürekli saklanan fare, yılan gibi hayvanlar ortaya çıkıyorlar. Bilim adamları, bu özellikle­rinden dolayı, hayvanlara birer kâhin gibi bakılmamasını söylüyorlar. Onlar, doğal Dünya’ya daha yakın olduklarından, oluşan tüm değişiklikleri, hemen fark edebiliyorlar. Asıl sarsıntıdan önce meydana gelen, küçücük titreşimleri algılayabiliyorlar. Bu yöntem, özellikle Çin’de geliştirilmeye çalışılıyor. Ama önemli olan, deprem önceden bilinse dahi, önlemlerin nasıl alınacağıdır. Milyonlarca kişinin yaşadığı bir büyük kentte, birkaç saat sonra, bir depremin olacağının haber veril­mesi, başka felaketleri çağıracaktır. Sonuçta, her şey Güneş’e bağlıdır, çekim gücü ile oran­tılı olarak, Dünya’nın dengeli kalabilmesi gerekir. İnsanlık için yapılabilecek tek şey, volkanların ve depremlerin getireceği tehlike­leri azaltabilmenin yollarını bulmaktır.



Güneş, bilimsel kuramlara göre, bir gaz ve toz bulutu olarak yaşamına başladı. Milyarlarca yıl içerisinde, bu dev kütle katılaştı ve ısındı. Sonunda, zincirleme nükleer reaksiyonlar başladı. Bu reaksiyonlar, daha milyarlarca yıl sürecek ve Güneş, daha çok uzun bir zaman yaşamı sağlayan ısısını ve ışığını yitirmeyecek

Bir başka gezegene göç

İnsanlığın sonunu belirleyebilecek tehlikeler­den birisi ve belki de etkinlerinden olanı Güneş’te olabilecek değişimlerdir. Güneş, Helmholtz kuramına göre, seyreltik bir toz ve gaz bulutu olarak yaşamına başladı. Yavaş yavaş büzülmeye başlayarak, radyasyon verdi. Milyarlarca yıl süresince ısındı, günü­müzdeki zincirleme nükleer reaksiyonlar baş­layıncaya kadar da bu ısınma sürdü. Bu reaksiyonlar, hidrojen çekirdeğinin, helyum çekirdeğine dönüşmesini içeriyorlar. Buna, hidrojen füzyonu deniyor. Bu füzyon, Güneş’in şimdiki parlaklığını uzun süre sürdürebile­cek kadar, enerji sağlıyor. Gökbilimcilere göre, şimdiki parlaklık, yaklaşık beş milyar yıldır sürüyor. Ve daha, milyarlarca yıl sürecektir.

Güneş’in Dünya’ya ve insanlığa getireceği bir diğer tehlike, genleşmesidir. Böyle bir genleşme sonucunda, Güneş bir bütün olarak büyüyecek, Merkür, Venüs, Dünya ve Mars’ı bir anda yakıp, buharlaştıracaktır. Bu olay, kuramlara göre çok uzak bir zamanda olacaktır; o zamana kadar insanlık, Jüpiter ve Satürn’ün uydularından birine yerleşmiş olacaklardır

Pek tehlike yok gibi ama bu süreklilik, ille de böyle olacak demek de değil. Bir gün, Güneş’ in enerjisi azalmaya başlayacaktır. Ama bu ola­yın olmasına, daha çok uzun bir zaman var. Oysa, daha yakın bir tehlike, Güneş’in genleşmesidir, yani ısısını artırmasıdır. Tüm yıldızlar sönüş dönemine geçmeden önce, bir ısınma dönemi geçirirler. Çekirdek, helyum yönünden zenginleşir ve yoğunluğu artar.
Bu yoğunluk, yerçekimini artınr ve yıldız ısınır. Isı, çekirdeği büzer ama yıldızın kendisi genişler. Yeni nükleer reaksiyonlar oluşur. Yıldızın dengesi, genleşme doğrultusunda bozulur. Ve yıldız, bir bütün ola­rak, hızla genleşir. Etki alanını ve çevresini geniş­letir. Güneş’imiz, er geç bu hale gelecektir.

Şimdiki çapının 100 katına ulaşarak, Merkür ve Venüs’ü yutacaktır. Dünya ise, kütlenin içinde kalmasa bile, üzerindeki her şey buharlaşacaktır. Aslında, buna da çok uzun bir zaman var. Ani bir değişkenlik olmazsa, Güneş bu konu­muna yani dev haline birkaç milyar yıl sonra gelecektir. İnsanlığın bu süre içerisinde, daha uzak gezegenlerden birisini, yaşama uygun bir hale getirebileceği hiç de hayal değildir.

Minik bir kara deliğin gücü

Güneş’in tehlikeli olabilmesi için, dış uzaydan bir dev kütlenin gelip çarpması yeterli olacak­tır. Böylece, reaksiyon başlayabilir. Ama, aynı tür cisimlerin gelip, Dünya’miza çarpma olası­lığı da gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin, iri ama minik bir kara delik gelebilir. Bu cisim, Güneş’i pek etkileyemeyecektir. Ama, Dünya için durum aynı değildir. Böyle bir kara delik, Dünya’yı sıyırarak geçerse, neler olacaktır? Dünya’nın bu garip cisme bakan yüzü, öbür yana oranla çok daha fazla dışan doğru çekile­cektir. Denizler, günde iki kez, kıta kıyılarına tırmanıp, tekrar geri döneceklerdir.
Bu aslında, Ay’ın yarattığı gelgit olayının benzeri­dir. Ama, bu kara deliğin kütlesi büyüdükçe, tehlike artar. Çünkü çekiminin artması sonu­cunda gezegenin kabuğu parçalanabilir.

Ama, eğer bir kara delik, gelip Dünya’ya çarparsa, o zaman iş değişecektir. Bu kara delik, örneğin Dünya’nın milyonda biri kadar olsa bile, yeryüzünün kabuğunu delecektir. Dokunduğu tüm maddeleri yutacak, açığa çıkardığı enerji ile çevresindeki her şeyi buhar-laştıracaktır. Sonra, diğer taraftan çıkıp gide­cektir. Zamanla, yeryüzü kendini düzeltecek­tir ve kara deliğin girip çıktığı yerlerde çok büyük bir patlamanın izi ve zararları kalacaktır.

İçi boşalan Dünya

İlginç bir nokta daha var. Çok minik bir kara delik, büyüğünden daha fazla bir tehlike yara­tabilir. Dünya’ya göre, daha düşük bir hızla hareket ettiğinden, Dünya’yı delip dışan çıka­maz ve yeryüzünün içinde kalarak, ileri geri hareket eder. Dünya’nın dönüşü nedeniyle, hep aynı yönde hareket etmez bir şekilde Dünya’nın içinde çalkalanır. Her hareketinde, kütlesi büyür, sonunda merkeze yerleşir ve çevresini oymaya başlar. Yeryüzünün ortası boşalır ve geriye sırf kabuk bir Dünya kalır. Bu kabuk da zamanla içeri çökecek ve kara delik tarafından yutulacaktır.

Bu tam anlamı ile, insanlığın sonunu geti­rebilecek bir olay olarak görünüyor. Kuram­sal olarak, Dünya her an bu durumla karşı karşıya gelebilir. Ama, bu tür bir olayın kahra­manı da kuramsaldır. Henüz böyle bir kara deliğin varlığı kesin olarak bilinmiyor. Olsa bile, bu cismin evrenin sonsuz hacmi içeri­sinde, gelip Dünya’ya çarpması olasılığı hemen hemen yok gibidir. Öyleyse, bu garip sonuçlar getirebilecek felaketten pek korkulmamalıdır.

Gerçek tehlike; İnsan

Dünya’nın ve insanlığın sonunu getirebilecek diğer kuramlara gelecek yazımızda geçeceğiz. Daha geride, kozmik ışın etkileri sonucunda canlıların devleşmesi veya küçük canlıların Dünya’yı ele geçirmesi olasılığı var. Kuyruklu­yıldız, asteroid ve meteorlann çarpma olasılık­ları var. Uzaylıların gelip, Dünya’yı ele geçirmeleri ve tüm insanlan yok etmeleri düşünülüyor. Antimadde zerreciklerinin Dünya ile karşılaşmaları diğer bir tehlike ve sonuçta evrenin kendisi değişebilir.
Ama, gezegensel ve kozmik boyuttaki teh­likeler için hem yapacağımız bir şey yok, hem bunlar uzun süreçlerde ve çok düşük olasılık­larda gerçekleşecek olaylar. Normalde, asıl tehlike, yine insanın kendisinden gelecektir.


Kategoriler:Bilim, Bilinmeyen
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın